Geçmişin Gölgesinde İsrail -İkram Çiftçi

İsrail Devleti’nin kuruluşu konusuna girmeden hemen önce, İsrail halkının kimler olduğunu, geçmişten bu yana var olan bu halkı karşılayan sözcüklerin ne anlama geldiğini, neler ifade ettiğini anlamak ve geçmişine göz atmak faydalı olacaktır:

Öncelikle İsrail, Yahudi, Musevi, İsrail oğulları, gibi kavramların ne anlama geldiklerine bir bakalım:

 Günümüzde var olan İsrail Devleti’nin ana kaynağını anlamak için, devlet yönetiminde de geçmişten bu yana önemli misyona sahip olan Museviliğe bakmalıyız. Yahudilik daha doğrusu Yahudi kelimesine bakacak olursak; ‘Yahudi kelimesinin aslı İbranice Yehudi’dir (çoğulu Yehudîm) ve bu kelime Grekçe’ye Ioudaios, Latince’ye Iudaeus olarak geçmiştir. Kelime başlangıçta bir şahıs adıdır. Hz. Yakub’un dördüncü oğlunun adı olan Yehudah (Yeuda), Tanrıya teşekkür anlamındadır. Bu kelime daha sonra Yehudah’ın lideri olduğu kabilenin, bu kabilenin yerleştiği bölgenin (Kudüs merkez olmak üzere Güney Filistin), bu bölgede kurulan krallığın (Yahuda Krallığı) ve bu krallık bünyesinde yaşayan Yahuda ve Bünyamin kabileleri ile Levililerin ve nihayet, Babil Esareti (M.Ö. 587-535) sonrasında, Yahuda’nın soyundan gelsin veya gelmesin, bütün İsrail oğullarının adı olmuştur.’olarak tanımlanabilir. Musevilik bilinen genel tabiriyle Peygamber olan Hz. Musa’ nın yolundan gelenler anlamında kullanılmıştır. Aslında içerikte aynı dine mensup kişileri ifade etmektedirler. Yahudilik günlük hayatta da sıkça kullandığımız İbrahimi, Semavi veya Monoteist olarak bilinen tek tanrılı dinlerden biri olmakla birlikte kronolojik olarak en eskisidir. Aslında diğer dinler gibi dünya hayatı ve ahiret hayatı bağlamında başlangıçta ortak özellikler taşısa da Yahudiliği ayrı bir kefeye koymak gerekir. Hali hazırda geçmişten bu yana seçilmiş halk olarak kendilerini niteleyen Yahudilerin veya Kutsal kitap Kur’an’ın tabiriyle İsrail oğullarının o dönem için bu gerçekliğe vakıf olduklarını söyleyebiliriz. Bu konuya hem dini açıdan hem tarihi geçmişiyle bakmaya çalışalım: 

Yahudiliğin tarihçesine bakıldığında Yahudiliğe mensup insanların sıkça kullandığı bir kelime aslında çok şeyi ifade etmektedir. Bu da ‘Ahit’ kelimesidir ki bu kelime yaratıcının İsrailoğullarıyla yaptığı Ahit’i ifade eder. Yani yaratıcı İsrailoğullarını özel halk seçmiş ve peygamberleri aracılığıyla onlarla bir ahit yapmıştır. Bunun neticesinde bir insan Yahudi olamaz Yahudi doğar inancı esas alınmıştır. Nitekim Yahudi anneden doğmamış bir evlat Yahudi sayılamaz. Peki, yaratıcı İsrail oğullarını gerçekten özel olarak seçmiş midir? Yoksa bu bir dogma olarak mı süregelmiştir. Bu noktada Yahudi kutsal kitabı olan Tevrat’ a bakmaktan ziyade belki diğer dinlerin semavi kitaplarına bakmak daha objektif olacaktır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’ de 

Ey İsrailoğulları! Geçmişte size verdiğim nimetimi ve sizi cümle aleme üstün kıldığımı hatırlayın.’ Ayeti aslında bunun bir gerçeklik olduğunu göstermektedir. Bu konuyu dünya tarihinin tamamı açısından değerlendirmektense, dönemine göre değerlendirmek ise daha doğru olacaktır. Nitekim tarihte şartlar her zaman aynı olmamıştır. Yine dinler tarihi açısından bakacak olursak Musa peygamberin, Kızıldenizi yarması ve Yahudileri Mısır’dan çıkışta Firavun’dan kurtarması, kuraklık esnasında su pınarlarının çıkması gibi olaylar ve belki de en önemlisi birçok peygamber gönderilmesi gibi neticeler aslında Yahudilerin dini inançlarından sapmalarına rağmen ısrarla yaratıcının yoluna gelmeleri istenmesi de bu ayrıcalığın bir örneği kabul edilebilir. Ayrıca bu özel durumu Tevrat şu şekilde temellendirmiştir. ‘Yakup ana rahminde kardeşinin topuğunu tuttu, Büyüyünce Tanrı’yla güreşti. ‘Melekle güreşip yendi, Ağladı, kutsanmak istedi. Tanrı’yı Beytel’de buldu, RAB, Her Şeye Egemen Tanrı bizimle orada konuştu, O RAB diye anılır.’ Sözleri hem yukarıda zikrettiğimiz İsrail Kelimesinin tarihçesi bağlamında hem de İsrailoğulları’na verilen güç bağlamında önemli sayılabilir. Kelime manası olarak çeşitli kaynaklara göre İsrail iki kelimeden oluşur ve Tanrıyla güreşen manasına gelmektedir. Yakup Peygamber Sina Çölü’nde bir gece tanımadığı bir kişiyle sabaha kadar güreşmiş bunun sonucunda yenişememişler fakat onlara Tanrı’yla güreşen anlamında İsrael denmiştir. Bu güreşme hadisesi Tanrıyla güreşen manasında kullanılsa da aslında güreşen kişinin Tanrı’nın bir meleği olması daha doğru olur. Bu tarihçeden hareketle İsrail kelimesinin kökeni ve İsrailoğulları’na verilen gücün Tevrat özelinde açıklanmasını belirtmiş olabiliriz. Bunlar İsrailoğulları’nın dini nitelikteki tarihçeleri olarak karşımıza çıkar fakat bu durumun bir de siyasi niteliğine bakmalıyız. Nitekim İsrailoğulları var olduklarından bu yana hiçbir zaman asimile olmamışlardır.  Küçük bir toplum olarak yaşamlarını sürdürmelerine hatta tarihlerinin uzun bir süresince eziyete maruz kalmalarına rağmen bu dini ve milli değerlerinden vazgeçmemişlerdir. Örneğin Mısır’ dan çıkışa kadar olan süreçte, devamında Asurlular, Babiller daha ileri ki zamanda Doğu ve Batı Avrupa’da ki eziyetlere rağmen milli benliklerini koruduklarını görmekteyiz. Bu neticelerden yola çıkarak sosyolojik açıdan İsrail halkının Tanrı ile yapılan Ahit’in sadece Tanrı ile sınırlı kalmadığını aslında İsrailoğullarının birbirlerine bağlılığı konusunda da bir ahit olarak karşımıza çıktığını bu nedenle asimileden kendilerini korumayı başarabildiklerini görmekteyiz. Bu bağlılık sosyolojik olarak İsrailoğullarını bir arada tutmuştur. Dini anlamda daha detaylı bilgiler vermek tabi ki mümkündür fakat bizim İsrail ile alakalı sadece dini değil aynı zamanda siyasi nitelikte bir yazı oluşturma amacımızdan dolayı konuya biraz da politik yaklaşmamız gerekir. 

Günümüzde İsrail denince ilk akla gelenler Ortadoğu, Kudüs, Filistin gibi konulardır. Burada Filistin konusuna ayrı parantez açmak yazımızın günümüz ile geçmiş arasında bağlantı kurmasını kolaylaştıracaktır. Nitekim İsrailoğulları ile Filistinliler arasındaki mücadele günümüzden çok eskiye dayanır. Tarihi bir olay olarak İsraillilere gönderilen Davut peygamberin Filistinli savaşçı Calut ile savaşması hadisesi bugün var olan İsrail Filistin çekişmesinin çok eskiye dayandığını göstermektedir. İsrailliler tarihin birçok bölümünde dünyanın farklı yerlerinde bulunmuşlardır. Bunlar ilk zamanlar Ortadoğu daha sonra Avrupa ilerleyen zamanlarda Amerika olarak küçük nüfusa rağmen büyük coğrafyalarda varlıklarını sürdürmüşlerdir. Siyasal İsrail konusu bağlamında öncelikle neden bir İsrail devleti kuruldu bunun altyapısı ne idi onu anlamak gerekir. Toplumların birçoğunda özgürlük, milliyetçilik kavramları belki bastırılmış belki gün yüzüne çıkmayı beklemiş düşünceler olarak her daim var olmuştur. Bunun en önemli örneğini Fransız ihtilali sırasında toplumların milliyetçilik özgürlük gibi kavramların temelinin atılması, o dönemde Çarlık Rusya’sı ve Avrupa da bulunan Yahudi halkının da milliyetçi duygularını yeşerttiğini söyleyebiliriz. Belki de Fransız ihtilali Avrupa halklarının ve özelde Yahudi halkının baharı diyebiliriz. Bu düşünceler neticesinde bağımsızlık kazanan devletler umutları yeşertmiştir. 19.yy civarına doğru gelindiğinde dünya aslında Birleşik Krallık süper güçlüğünde varlığını sürdürmekteydi. 

Geçmişin güçlü İmparatorluğu Osmanlı gücünü kaybetmiş, sanayi ile birlikte Birleşik Krallık dünyaya egemen hale gelmiştir. Tabi Avrupa da rakip güçler de vardır fakat masada daima İngilizlerin kazandığı su götürmez gerçektir. Bu milliyetçi akımlar bağlamında ortaya çıkan önemli gazeteci Teodor Herlz isimli bir Yahudi, hem milliyetçilik akımları, hem de Yahudi halkının özellikle Rusya ve Avrupa da baş gösteren antisemitizm düşüncesi neticesinde gördükleri zulümden kurtulması amacıyla Siyonizm hareketini başlatmış ve kutsal topraklar olarak Tevrat’ta geçen Filistin coğrafyasında bir Yahudi devleti kurma düşüncesi baskın hale gelmiştir. Bununla alakalı olarak çeşitli toplantılar düzenlenmiş ve tabii arkasında dönemin gücü Birleşik Krallık desteğiyle bu düşünce filizlenmeye başlamıştır. Birleşik Krallık neden bir Yahudi devlet kurulmasını istiyordu? Ortadoğu coğrafyasında planları olan kritik noktalara hakim olmak isteyen diğer güçlere üstün gelmek amacıyla o coğrafyayı kontrol edebilmek için Yahudi devletine ihtiyaç duyuluyordu. Fakat topraksız bir millete, milletsiz bir toprak gerekirdi. Burada belki yönetilmesi daha kolay olabilecek hem de kutsal kitapta var olan Filistin bölgesi bulunmaz nimetti. Bu nedenle artan baskılardan kurtulmak isteyen Yahudiler bir nevi ileride İsrail olarak anılacak topraklara göç etmek zorunda kaldı veya mecbur ettirildi. Bu göçlere Aliyah göçleri denmektedir ve birkaç seri halinde devam etmiştir. Zaten zengin olan Yahudi halkı bazı Filistinlilerden topraklarını satın alarak koloniler oluşturmaya, yerleşmeye başladılar. Bu nokta da Balfour Deklarasyonu Filistin bölgesinde bir Yahudi devleti kurulmasına meşruiyet oluşturdu. 20.yy da Birleşik Krallık yerini Birleşik Devletlere bırakmıştı. Fakat kişiler, kurumlar, devletler değişse de roller aynı kalıyordu. Nitekim Birleşik Devletler de bir Yahudi devleti kurulmasında hemfikirdi. Devamında büyük bir katliama dönüşecek olan 2. Dünya savaşı sırasında nazizimin Yahudilere yaptığı soykırım Filistin bölgesine Yahudilerin göçlerini daha da arttırmış ve Yahudilerin gördüğü zulüm dünya kamuoyunda bir devlet kurmaları ve özgürce yaşamaları düşüncesini pekiştirmiştir. Bu sancılı göç dönemlerinde tabi ki İsrailliler ve Filistinliler arasında çatışmalar çıkmıştır, fakat bu ne ilktir ne de son olacaktır. Nüfus yerleşmeleri ve otoriter güçler neticesinde 1948 yılında Yahudi devleti olan İsrail özgürlüğünü ilan etmiştir. Devam eden süreçte Egemen güçlerin bu devleti tanıması, Ortadoğu coğrafyasının yeniden şekillenmesi, dengeleri İsrail lehine çevirmiştir. Yeni kurulmuş olan İsrail’in masa da belki tanınırlığı vardı ama sahada da gücünü göstermek Ortadoğu da egemen güç olabileceğinin sinyallerini vermesi gerekiyordu. Buna müteakip yakın tarihte Altı Gün Savaşları olarak bilinen Arap Devletleriyle yapılan ve sonuç olarak İsrail’in strateji ile galip geldiği savaş kendini göstermiştir. Bu savaş neticesinde İsrail masada olduğu gibi sahada da kendini ispat etme şansı bulmuştur. 

Ortadoğu coğrafyası kolay düşman olabilen fitne sokulabilen bir coğrafyadır. Bunu radikal örgütlerin coğrafyaya kolay sızmaları, Arap Baharı sonucu ortaya çıkan demokrasi anlayışı, hala milliyetçi düşüncenin tam anlamıyla oturmadığını göstermektedir.Kendi halkları içerisinde birlik olamayan devletler kolay manipüle edilebilir. Bu sonuç devletlerin yıkılma sürecini hızlandırdığı gibi dünya siyasetinde gücünü kaybetmelerine neden olur.Tarihte devletler şiddet aracılığı ile kurulmuştur. Fakat devletler şiddet ile varlıklarını sürdüremezler. Buna mukabil olarak çatışma diğer tarafı sindirmede manipülasyondan daha etkili güç değildir.  Unutulmamalıdır ki İkinci Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş, daha sonra sıcak çatışmalar yerini yumuşak güce bırakmıştır. 

İkram ÇİFTÇİ

Tarihçi