Terör örgütü PKK’nın fesih kararının ardından Türk siyasetinde yeni bir dönem açılıyor.
Terör örgütü üyeleri ve sempatizanları, “ulus devlet” projesinden vazgeçtiklerini açıkladılar. Varlıklarının tanındığı, bundan sonra mücadelenin “siyasi arenada” yapılacağı da terörist başı Öcalan’ın açıklamasında vardı. Bu şu manaya geliyor: “Bundan böyle yeni bir doktrin eşliğinde taleplerimiz için hukuki ve siyasi düzlemde mücadele edeceğiz.” ve bahsettikleri bu “mücadele için” yeni bir siyasi yapılanma da görebiliriz.
Hiç şüphesiz, jeopolitik her iki tarafı da bu andlaşmaya itti. Şaşkınlık yaşamaya gerek yok, daha seçimlerden evvel bir Kürt açılımı yaşanacağı belliydi. Önemli olan kapsamlı bir operasyon öncesinde mi yoksa sonrasında mı bunun yapılacağıydı. Operasyon yapılmadı devlet çeşitli nedenlerden ötürü mühlet verdi. Bu sürede SDG, ABD desteğini kısmen kaybetti. Kısmen diyorum çünkü SDG lehine yoğun bir İsrail lobisinin ve dolayısıyla hala ABD desteğinin olduğunu tahmin etmek güç değil.
Gel gelelim, tüm bu gelişmelerin ardında yatan mevzu aslında bölgedeki büyük güç mücadelesinin bir sonucudur. Kürtler, Dürziler, İsmaililer, İmamiler, Nusayriler, Aramiler, Türkmenler, Ermeniler ve Çeçenler… Bu yalnızca Suriye’deki etnik ve dini gruplar. Bizler, İsrail ve İran ile bölgede büyük bir güç mücadelesi içerisindeyiz. Yalnızca Suriye’de değil, tüm Levant ve hatta Kafkaslar’da bile büyük bir rekabet söz konusu.
Bu rekabeti yalnızca İslamcı siyasetin sağladığı müttefiklerimiz veya geleneksel milliyetçiliğin oluşturduğu ittifaklarımızla sürdürmek ve zafer elde etmek kolay olmayacaktır. Bu nedenle ittifak ve işbirliklerini genişletmek gerekir. Babil Sürgünü’nden bu yana Yahudiler bölgedeki müttefikleriyle ve Yahudilerle iş tuttular. Bölgedeki Yahudiler’in kısmını İsrail’e götürdüler. İsrail’e giden Yahudiler’in içerisinde Mizrahiler’in bir kolu olan Kürt Yahudiler de vardı. Bugün İsrail’de Kürt Yahudi Topluluğu bulunmaktadır ve bu örgüt Kürtler’e “bizim de sizin gibi devletimiz yoktu, birbirimizi çok iyi anlıyoruz.” propagandası ve yoğun destek ile bir işbirliği sağladılar. İsrail periferik strateji adını verdikleri ve bölgede İslamcı ve Arap olmayan –elbette İslamcı ve Araplarla da çeşitli işbirlikleri güdüyorlar– tüm yapılarla bu tarz ilişkiler kurmayı hedefledi ve hala hedefliyor. Ayrıca IBKY’den çıkan petrolün de İsrail için değeri büyük.
Hal böyle olunca ülkemiz açısından da içeride zayıf karın bırakmamak önemli. Bu bakış açısıyla terörle mücadele etmekten vazgeçilmedi ancak Bahçeli’nin çıkışı sonrası sorunu kökten çözme yolunda yıllardır konuşulan o inisiyatif alındı.
Sürecin akıbeti ile ilgili bir şey demek içinse hala çok erken. Çünkü hala arızi hususlar üzerinde dönüyor gündem ve asıl meseleler en azından kamuoyu önünde konuşulmadı. Örneğin dün yaşanan silah yakma hadisesinin ardından bazı teröristlerin açıklamaları, kendilerine yönelik siyaset yolunu açan bir af ve terörist başı Öcalan’ın serbest bırakılmasıydı. Bunlar kabul edilebilir şeyler değildir. Hal böyle olunca ayrılıkların derin olduğunu ifade edebiliriz. Öte yandan isim konusunda dahi birliğin olmadığı bu süreçte tüm bunlara rağmen gelişmeler şu anda devam ediyor. Bir yandan da hem kötü olan ekonomi hem de sert siyasi gündem işleri daha da zorlaştırıyor. Bu nedenlerle rahatlıkla söyleyebiliriz ki itidal herkeste mevcut, böyle de olmalı.
Bu düşüncelerle uluslararası medyaya bakmak istedim. Reuters pek de kapsamlı olmayan bir şekilde PKK’nın silah yakma törenini anlatmış. Diğer yayın organlarında da dişe değer bir şey yok.
Uluslararası Kriz Grubu’nun haberinde ise şu ifadeler yer alıyor:
“Türk yetkililer kamuoyunda herhangi bir pazarlık öngörmediklerini, bunun yerine PKK’nin “koşulsuz” silahsızlandırılmasını istediklerini savunuyorlar. Ancak medyada çıkan haberler, sürecin ilerlemesi halinde PKK üyelerine af, tutuklu üyelerin ve Demokrat Partili siyasetçilerin serbest bırakılması, Öcalan’ın şartlı tahliyesi (ev hapsi) veya daha azı, cezaevinde ziyaret haklarının iyileştirilmesi gibi konuların gündeme gelebileceğini öne sürüyor. Diğer konular arasında Demokrat Parti belediyelerine yönelik baskının hafifletilmesi ve Türkiye Kürtleri için uzun zamandır beklenen Kürtçe eğitim gibi hakların genişletilmesi için anayasa değişikliklerinin yapılması yer alabilir.” (https://www.crisisgroup.org/europe-central-asia/western-europemediterranean/turkiye/promising-route-peace-turkiyes-pkk-conflict)
Aynı merkez çalışmalarının devamında şu ifadeleri kullanarak “SDG” konusuna dikkat çekmiş:
“Bulmacanın kritik bir parçası, SDG kontrolündeki Suriye’nin kuzeydoğusudur. PKK’nın terhis edilmesi süreci ilerlerse, Ankara’nın beklentisi, grupla bağlantılı Suriyeli olmayan kadroların SDG saflarından ayrılması olacaktır. Buna karşılık Ankara, SDG’ye hedef alınmayacağına dair güvence vermeyi düşünebilir. İki taraf arasında, muhtemelen ayrı bir müzakere kanalında ilerleme kaydedilmesini gerektirecek daha geniş kapsamlı bir yumuşama, SDG-Şam arasında 10 Mart’ta varılan, kuzeydoğuyu merkezi devlete dahil etme anlaşmasının somutlaştırılmasını amaçlayan müzakereleri destekleyebilir. Ancak hiçbir şey kesin değil. Farklı nedenlerle, hem İsrail hem de İran, Türkiye’nin PKK ile çatışmasını çözme ve Levant’taki varlığını genişletme fırsatını değerlendirme ihtimalinden rahatsız görünüyor. İsrail, Suriye’nin kaynak zengini kuzeydoğusunun Suriye devletine yeniden entegre edilmesinden, olası bir ABD çekilmesinden ve güçlenen bir Şam’dan kaynaklanabilecek potansiyel bir güvenlik tehdidinden endişe duyuyor gibi görünüyor.”
Konuya ilişkin Chatham House da bir analiz yayınlamış:
“PKK sonrası Kürt siyaseti dönüştürücü olabilir, çünkü Kürt sorununun çözümü Kürt kimliğini de kapsayan ve barındıran bir Türk vatandaşlığı ve ulusçuluğunun yeniden tasavvur edilmesini gerektirir.” (https://www.chathamhouse.org/2025/05/dissolution-pkk-could-transform-turkeys-domestic-politics-and-foreign-policy)
Konuya dair İsrail yayın organlarını da merak ettim. Kapsamlı bir analiz göremedim. Bir yayın organındaki yorumlar ise dikkatimi çekti:
“Kürt terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısı, Kürt halkının tarihinde tarihi bir adımdır; ancak Ortadoğu’yu değiştirmesi beklenmemektedir • Kürtler her bakımdan heterojen bir halktır ve Öcalan söz konusu olduğunda Ankara, çoktan öfkesini kaybetmiş bir terörist lidere gereğinden fazla güvenmektedir. (…)Erdoğan, siyasi İslam taraftarları (Müslüman Kardeşler) ile Türk milliyetçileri arasında bir köprüdür. Ve Erdoğan’ın, birçok Türk’ün kanını dökmüş bir teröristi serbest bırakmayı amaçlayan hamlesini, ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin bu hamleye destek vermesine rağmen, tam da bu milliyetçiler sakinlikle karşılamıyor. (…)Üniversitelerde Ortadoğu çalışmaları derslerinde işlenen ilgi çekici bir olaya dönüşebilir, ancak Ortadoğu’yu değiştirecek bir olay olmayabilir. Kürtler her bakımdan heterojen bir halktır ve Öcalan örneğinde Ankara, çoktan çıldırmış bir terörist lidere gereğinden fazla güvenmektedir. Dolayısıyla, Sosyal Demokrat Eşitlik Partisi üyelerinin Türkiye Cumhurbaşkanı’nın kendileri için kurduğu tuzağa düşüp anayasa değişikliklerini destekledikten sonra Türkiye’deki Kürt vatandaşların ihmal edilmeye devam ettiğini ve Öcalan’ın ruhunu Yaradan’a teslim edene kadar ıssız bir adada kalacağını görmelerine şaşırmamak gerekir.” (https://www.globes.co.il/news/article.aspx?did=1001503416)
Bunların yanı sıra SDG’nin ABD ve Şara ile yaptığı görüşmelerde anlaşmazlıklar çıktığı da basına yansıdı.
Öte yandan Kürtçe yayın yapan kaynakları taradığımda ise sürece ilişkin yorumların farklı farklı olduğunu gördüm. Bazı yayın organlarında Kürtler haklarımız verilmezse süreç işlemez diyor, bazıları PKK ve Öcalan’a güvenmiyor, KYB ise Kürt İttifakı yapıp Türk Devleti ile masaya bu şekilde oturalım deyip sürecin Neo-Osmanlıcı politikanın bir parçası olduğunu iddia ediyor.
Tüm bunlar gösteriyor ki bu tarihi gündem ile birlikte Türkiye’de siyaset de büyük olasılıkla yeni bir denkleme girecek ancak gelişmeler henüz emekleme aşamasında ve çok kırılgan. Gelişmeler sonuca giderse bunun bazı sonuçları da olacak. Mesela artık “terör örgütü sempatizanları terör örgütünün savunduklarını dile getiriyor” savı geçersiz kalacak. Milliyetçilik güçlenecek, süreç boyunca tepki daha da artacak. Belki Türkiye, SDG’ye yönelik bir operasyon yapmayı tartışacak ve belki böyle olursa SDG ve hatta DEM de -muhtemelen yeni bir isim alacak- ve ayrıca parçalanacak. Eğer böyle olursa “asi” bir terörist grup da etkisiz hale getirilerek tehdit olmaktan çıkarılmış olacak. Ancak eğer terör örgütü PKK’nın ve terörist başı Öcalan’ın silah bırakma kararına uymayan ve Suriye’de de merkezi yönetime katılmayan SDG içerisindeki “asi teröristler” fazla olursa veya tamamı böyle olursa bu durumda bu operasyon bizlere maliyetli olabilir, uzun sürebilir ve gelişmelerin yol açtığı kazanımları da riske atabilir hatta anlamsız kılabilir.
Gizli veya açık bir DEM desteğinin AK Parti için Anadolu’da oy oranlarını nasıl etkileyeceği de gündeme gelecektir. Çünkü olası bir CHP-İP-ZP ittifakı ya 3. bir kanat daha oluşturacak ya da DEM’i AK Parti-MHP ittifakına taşıyacak. Bu durumda dip dalga ihtimali olan YRP-ANAHTAR PARTİ-SAADET-DEVA-GELECEK ittifakı da doğabilir. Böylece 1-CHP-İP-ZP vd. 2-AK Parti-MHP vd. 3-TİP-DEM-EP vd. 4-YRP-Anahtar-Deva-Gelecek şeklinde 4 veya 5 ayrı ittifak söz konusu olabilir.
Ezcümle; hala kırılgan ve kritik olan bu süreçte, Suriye’deki PKK’nın uzantısı SDG asıl kritik olan ve belirleyici konudur; dikkatle takip etmek gerekir. Tüm bu gelişmelere rağmen Suriye’de devletleşmiş veya özerkleşmiş veya merkezi yönetime entegre ancak silahlı kuvvetlerini “merkezi yönetim görüntüsü altında ama ayrık” tutabilmiş bir Rojava asla kabul edilemez. Evvelemirde bu konuyu çözmek gerekir.Yapılacak bir müdahalenin Kuzey Irak’taki gibi bir terörle mücadele olmayacağı, İsrail’in desteğini almış, ağır silahları olan bir terör örgütüyle ciddi bir mücadele olacağı da açıktır. Tedbir almak, hazırlıklı olmak gerekir.
Ayrıca eğer olacaksa -ki asıl önemli olan budur- ülkemizdeki “demokratikleşme” adımlarının neleri kapsayıp neleri kapsamayacağı şeffaf bir biçimde ortaya konulmalı, özgürlükler önemsenmeli, demokratikleşme adımları atılmalı, vatandaşlarımızın sorunları çözüme kavuşturulmalı ancak Türk Devlet geleneklerinden de taviz verilmemelidir. Dünyada pek çok devlet kendi şartlarında bunu başarmıştır.
Türkiye, sınırlarında güvenliği sağlayıp Kürtlerle işbirliği içerisinde olursa neler kazanılır, neler kaybedilir konusunda kamuoyu aydınlatılmalıdır. Yavuz Sultan Selim’in veya Sultan Alparslan’ın yaptığı gibi Kürtleri yanımıza çekme stratejisinin getirileri (te’lif-i kulub-i Ekrad) iyi hesap edilmeli ve bu durum uygun iletişim teknikleri ile halka anlatılmalıdır. Bu stratejinin mantığına ilişkin bizleri aydınlatacak olan İdris-i Bitlisi’nin mektubu mealen ve alıntıyla şu şekildedir:
“Diyarbekir ve civarındaki mazlum Müslümanlar devletinizin hizmetine taliptir. Siz İstanbul’a döndükten sonra bu kullarınız Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa’ya itaatlerini arz etmişlerdir. Daha önce düşmanlarımız Kürt beylerini isyana teşvik etmekteydiler. Kürt beldelerinin Devlet-i Aliyye’ye iltihakı İstanbul’un fethini tamamlayacak kadar önemlidir. Çünkü bu bölgenin ilhakıyla Bağdat, Basra, Azerbaycan ile Halep ve Şam’ın yolları da açılmış olacaktır. Bende-i ahkar ve çâker-i efkâr İdris.” (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. E. 1019) (Konuya ilişkin bakınız: https://www.gzt.com/derin-tarih/yavuz-sultan-selimin-kurt-politikasi-3595842)
Terörsüz Türkiye hedefine yönelik gelişmelerde entelektüel çevrelerle de temaslar kurulmalı, nedenler, sonuçlar, beklentiler izah edilmelidir.
Bu konu, İsrail, Suriye, Irak, İran meselelerinden ayrı olarak ele alınamaz. Öyleyse Suriye’de Katar-Suriye-Türkiye enerji hattının çalışılması, Dicle ve Fırat’ı kapsayan su andlaşmasının imzalanması, Suriye’den tarım arazilerinin kiralanması ile Kerkük-Banias Petrol Hattı’nın güvenliğini de sağlayacak Banias yahut Tartus Kara-Deniz Üssü’nün kurulması ivedilikle kararlaştırılmalıdır.
Türkiye, hem Irak’ta hem de Suriye’de Türkmenleri de siyasi arenada güçlendirmeli, askeri anlamda eğitmeli, kritik mevkilere gelmeleri için çaba göstermelidir. Bu gündem içerisinde Kerkük de unutulmamalıdır.
Diğer yandan terörsüz Türkiye hedefine ilişkin adımlar atılırken seküler ve muhalif Türk milliyetçileri bu gelişmelerden dışlanmamalı, milliyetçi gençlerle temas kurulmalı ve amaçlar, stratejiler, tasvirler, beklentiler, eleştiriler interaktif bir biçimde ele alınmalıdır. Aziz şehitlerimizin hatıralarını, ailelerini ve milletimizi incitebilecek, Türk Devlet geleneklerine aykırı görüntü ve açıklamalara asla izin verilmemelidir.
Ayrıca Anayasa ile ilgili yazdığım yazıda da değinmiştim: Türkiye zıt kutupları bir arada barındıran, etnik köken olarak pek çok farklı ırktan mensubun olduğu bir merkez ve Türk Devletidir. Tarih boyunca hiçbir imparatorluğumuz, hiçbir devletimiz bunu tartışmaya açmamıştır. Eğer ki anayasal vatandaşlık tanımı tartışılacaksa taviz vermeden zenginleştirmenin yolları aranabilir: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan tüm etnik gruplar anayasanın gereği olarak ve ayrımcılık gözetilmeksizin, eşit bir biçimde Türk Devleti’nin vatandaşıdır.” vb.
Tüm bu gelişmeleri rasyonel bir zeminde ele alıp heyecana kapılmamak, itidalli olmak, istediğimiz şekilde güçlenmek ve büyümek için henüz yolumuz olduğunu ve ekonomi başta olmak üzere bir dizi önemli sorunlarımız olduğunu unutmamak, sürecin ters tepebileceği ihtimalini de ele alarak siyasi, diplomatik ve sosyolojik sonuçlarını şimdiden fütürolojinin ortaya koyduğu metotlar ile hesaplamak ve tedbirler almak, gelişmelere ilişkin eleştiri kapılarını kesinlikle açık bırakarak eleştirileri değerlendirmek önemlidir. Şu gerçeği de unutmamak gerekir: hesapsızca büyümek çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir, dikkatli olmalı, bu konuda yıllardır dile getirilen eleştirileri dikkate alarak adımlarımızı atmalıyız.
Şüphesiz bu gelişmeler -yalnızca terörsüz Türkiye süreci değil, jeopolitik gelişmeler- Türkiye’de milliyetçiliği de farklı yönlerden etkileyecektir. Bana kalırsa Türkiye’deki milliyetçilik farklı bakış açılarıyla da ele alınmalıdır. Bu hususta üniversite yıllarımda kaleme aldığım ve teorisyeni olduğum Mavi Türk Kuşağı Projesi kapsamında çalıştığım evrensel değerlere dayalı, daha rasyonel bir örgü ile ele alınmış milliyetçilik anlayışına da burada temas etmek istiyorum. Büyük ve Güçlü Türkiye ancak ufukları sınırları aşkın, daha rasyonel, daha özgürlükçü, dünyayı ve geleceğin sistemini daha iyi okuyabilmiş ve işbirlikçi-rekabetçi bir milliyetçi anlayışla tasavvur edilebilir. Çalışmalarım güncellenmeye muhtaç olsa da linkini buraya bırakıyorum: https://sahipkiran.org/2019/08/10/mavi-turk-kusagi-projesi-1/
HALDUN BARIŞ
11.07.2025
