Müreffeh bir Türkiye müreffeh bir Akdeniz ve müreffeh bir Ortadoğu ile mümkündür. Müreffeh bir Ortadoğu ve hatta Akdeniz güvenliği için en büyük tehditlerden biri Gazze soykırımı ile de bir kez daha görüldüğü üzere İsrail’’in mevcut politikalarıdır.
İsrail Gazze’de insanlık onurunu, uluslararası hukukun temel ilkelerini ayaklar altına almıştır. Ne yazık ki Yalta düzeni Bosna’da, Arakan’da olduğu gibi Gazze’de de soykırımı engelleyememiştir.
Bugün bizlere ve bölgedeki diğer ülkelere düşen işbirliğini ve koordinasyonu güçlendirerek Kudüs İttifakı’nı kurmak ve İsrail’in bölgedeki hukuksuz faaliyetlerini bir an evvel durdurmaktır.
Diğer yandan İsrail her ne kadar küçük bir ülke gibi görünse de destekçilerinin sermayesi dünya geneline yayılmış ve güçlüdür. Aynı zamanda ezoterik öğretilerle kendilerini örtmüş müritleri bulunmaktadır. İsrail teknolojiyi, lobiciliği ve gıdayı kısacası neredeyse tüm önemli köşeleri bir şekilde etki altına almış bir yapıdır. Ezcümle bu yapıyı dizginlemek de bertaraf etmek de kolay olmayacaktır. Ancak buna mecburuz ve evvelemirde yapacağımız iş sınırlarımızın güvenliğinden ve yanı başımızdaki ülkelerin istikrarına katkı sunmaktan başlamaktır.
Birkaç ay evvel Rostra Strateji’de yazdığım yazıda artık gecikmemek gerekir diye belirttiğim YPG’ye yönelik operasyonu bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Eğer YPG bizlerle uzlaşmamaya devam ederse önümüzdeki süreçte bu operasyonun yapılacağı da açıktır. Elbette savaş, çatışma kötüdür, bizler bunu istemiyoruz ve diyalog sürecini tüm risklere rağmen işlettik, işletiyoruz ancak uzattığımız eli tutmak yerine kendi menfaatleri peşine düşerek bir halkı, bir bölgeyi ateş içine atan, soykırımcılarla işbirliği yaparak vekil kuvvet olmaya soyunan, bizi tehdit etme cüretine girişen kifayetsiz muhterislere, menfaatperestlere operasyon yapılması artık zorunluluktur.
Diğer yandan bu kısa analizde bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum: Filistin topraklarında soykırıma, kimyasal silahlara rağmen İsrail bir yenilgi yaşamaktadır. Gazze soykırımına yönelik İsrail kamuoyunda artan tepkiler ve İsrail’in bozulan ekonomik göstergeleri bu yönetim anlayışının sürdürülebilir olmadığını İsraillilere göstermekte ve soykırımcı yönetim artık gittikçe köşeye sıkışmaktadır. Bu da bizlere Camp David Andlaşması dönemini hatırlatmaktadır. O dönemde de İsrail artan savunma harcamalarının ve kamuoyu tepkisinin etkisiyle anlaşma imzalamıştı. Eğer ABD desteğini İsrail’den uzaklaştırabilirsek benzer bir süreç orta vadede mümkün olabilir. İsrail’i bu noktaya çekebilmek için uluslararası ticari tecrit uygulamak ve İsrail’e ABD desteğini kırmak gerekir.
Bu noktada Filistin üzerine koordineli bir şekilde yoğunlaşabilmek için Türkiye öncülüğünde Kudüs Paktı ve Kudüs Platformu kurulmalı ve kurulacak bu platformun ilkeleri net olmalıdır:
1)İsrail-Filistin arasındaki sınırlar 1967 öncesi sınırlara dönmelidir.
2)Soykırım resmi olarak kabul edilmeli, İsrail tarafından Filistin’e tazminat ödenmeli ve soykırımcıların İstanbul’da kurulacak özel statülü uluslararası bir mahkemede yargılanması için teslimi istenmelidir.
3)Filistin Devleti’nin tanınması şart olmalı ve bu şartların yazılı olduğu İstanbul Andlaşması’nın Filistin tarafından garantör ülkesi de Türkiye öncülüğündeki Kudüs Paktı olmalıdır.
4)Kudüs Paktı Filistin’e askeri üs kurmalıdır.
Tüm bunların yanı sıra burada dikkat çekmek istediğim birkaç hususu da aktarmak istiyorum:
1-İsrail geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs’a hava savunma sistemi kurmaya başladı. Bu kabul edilemez ve diplomatik tepkiden kaçınmamak gerekir. Bu durumun bizlere işaret ettiği gerçek ise İsrail’in artık açıkça savaş hazırlıkları yaptığıdır. Biz de askeri olarak hazırlıklı olmalıyız ancak savaş çok boyutludur. Bu yapıya karşı tedbirleri de topyekün olarak almak gerekir.
2-YPG’ye yapacağımız operasyon öncesinde içeride bir ayaklanma riski hesaba katılarak tedbir alınmalıdır.
Tüm bunları bir savaş psikolojisinde veya güvenlikçi bakış açısında olmak için yazmadım. Hemen her yazımda iç politikada çoğulcu demokrasiyi ve demokratikleşmeyi, kurumsallaşmayı, reformu, hukukun üstünlüğüne ve özgürlükçü bakış açısına dayanan yönetim anlayışını savundum, savunuyorum. Sorunları da biliyor, dile getiriyorum. Dış politikamız da yine güvenlikçi eksenden çıkarak ticarete, refaha, önleyici barışçıl diplomasiye yönelik olmalıdır dedim ve hala diyorum. Çünkü Türkiye’nin de bölgenin de çıkarları barıştan, istikrardan yanadır. Savaş, çatışma adı her ne olursa olsun kötüdür. Ancak tedbirli olmak zorundayız. Karşımızda şiddetten başka bir dil bilmeyen, hukuk tanımayan, kural tanımayan bir yapı mevcutken ve bu yapı bizleri, barışı, refahı, hukuku açıkça tehdit görüyorken biz de hukukun meşru sınırları içerisinde gereğini yapmak, tehditleri, tehditlerin vekil kuvvetlerini etkisizleştirmek zorundayız. Bu yukarıda bahsettiğim hiçbir değerle çelişmez, aksine işte bu çelişmezlik Türkiye’nin medeniyet iddiasıdır.
Av. Haldun Barış
19.09.2025
